29.01.2008

AŞURAGÜNÜ NEOLDU? devamı..

Işte Hüseynî kıyam, sönmeye yüz tutmuş olan Islam çerağını yeniden nurlandırarak, Islam ağacının kurumasını önleyecek böyle bir hareket idi. Hz. Hüseyin (a.s) diyordu ki: "Eğer Hz. Muhammed'in (s.a.a) dini, benim kanım yere dökülmeden hayatını sürdüremeyecekse, ben şehadete hazırım."
Bu ilahî kıyamı etraflıca incelemek için, kıyamdan önceki olayları, kıyamın başlamasından sonuna kadar vuku bulan hadiseleri ve kiyamdan sonra meydana gelen hakikatları incelemek

gerekir. Ama hiç şüphesiz bu kıyamın zirvesini, Aşura günü vuku bulan hadiseler oluşturmaktadır. jşte bu makalede, o gün vuku bulan olaylar anlatılacaktır.
Şimdi bu kiyamm öyküsünü birlikte okuyahm:
Hicri 61. yihn Muharrem ayinin onuncu günü yani Aşura günü sabah namazından sonra, Hz. Hüseyin ordu komutanlarimn her birinin vazifesini belirledi. Diğer tarafta, Ömer ibn-i Sa'd da ordusunun saflarını düzeltmekle meşguldu. Imam'in (a.s) gözü kalabalık düşman ordusuna takılıp, karşısındaki insan selini görünce, ellerini duaya kaldırarak, Mabuduna şöyle bir münacaatta bulundu:
"Allah'im! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibette güvendiğim Sensin. Kalpleri zayıflatan, kurtuluş yollarını kapatan, dostlan kaçıran, düşmanları sevindiren nice gam ve musibetleri Sana şikayet ettim, başkalarından ümidimi kesip, Sana yönel-dim. Ve Sen, o gam ve üzüntüyü giderdin, onlari sen izale ettin. Her nimetin sahibi ve her dileğin nihayeti de Sensin."
Aşura günü, Imam'ın ashabının düşman ordusuna yaptıkları hitabelerin yam sira, bizzat

kendisi de hedefini açıklamak, kıyamındaki ilahî mesajını gafil insanlara ulaştırmak ve orada hazir bulunan halka hiicceti tamamlamak amaciyla, defalarca düşman ordusunun karşısında durup, tarihî hutbeler irad etmiştir. Ordusunun saflarını düzene soktuktan sonra, Imam (a.s) atma binerek Omer Sa'd'in ordusunun karşısında durup, ilk konuşmasını şöyle yaptı:
"Ey Insanlar! Beni dinleyin. Üzerime düşen sizlere öğüt ve nasihatimi dinlemedikçe ve bu bölgeye gelmemin sebebini
öğrenmedikçe, savaş hususunda acele etmeyin. Eğer delilimi kabul edip, sözümü tasdik eder de bana hak verirseniz, saadet yolunu bulmuş olursunuz ve savaş için de hiç bir sebep kalmaz. Eğer delilimi kabul etmez-seniz; yaptığınız işin daha sonra gam ve üzüntü-nüze sebep olmaması için, dostlarınızı bir araya toplayarak düşünüp taşının ve sonra, hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın. Şüphesiz benim yardımcım Kur'an'ı indiren Allah'tir; salih kullarm yardımcısı O'dur.
Ey Allah'm kullari! Allah'tan korkun, dünya-ya karşı ihtiyatlı davranın; eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada sürekli kalacak olsaydı, peygamberler bâki kalmaya

daha layıktı, rızaları celbedilmeye daha evlâ ve böyle bir hük-me daha uygun olurlardi. Ancak Allah-u Teâla dünyayı fani olmak için yaratmıştır; yenileri eskir, nimetleri zail olur, sevinci ise kararir (gam ve üzüntüye dönüşür). Dünya engebeli bir men-zil ve geçici bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayin; en güzel azık ise sakinmaktir; Allah'tan sakinin ki, kurtuluşa eresiniz.
Ey insanlar! Allah-u Teâla dünyayı, ehlini halden hale sokan, fena ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse, dünyaya aldanan ve bedbaht kişi de, ona bağlı olan kimsedir. 0 halde, sakın bu dünya sizi aldatmasın. Dünya kendisine itimat edenin ümidini kestiği gibi, tamah edenlerin de umudunu boşa çıkarır.
Sizlerin bir iş için toplandığınızı görüyorum; bu işle Allah'ı gazaplandırdınız. Derken, Allah da rahmetini sizin iizerinizden kaldırdı ve size azabını gerekli kıldı. Rabbimiz ne güzel bir Rabbdır, siz ise ne kötü kullarsınız. Allah'm emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed'e (s.a.a) de iman ettiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehl-i Beyt'ini öldürmek için saldırıya geçtiniz. Şeytan, sizin çevrenizi kuşat-mıştır; böylelikle de size, yüce Allah'ı hatırla-mayı

unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi he-lak etsin. "Biz, Allah'tanız ve şüphesiz O'na dönücüleriz."
İmam (a.s), daha sonra şöyle buyurdu:
"Bunlar inandıktan sonra kâfir olanlardır. Bu zalim kavim, Allah'ın rahmetinden uzak olsun."
Hz. Hüseyin (a.s), hutbenin üçüncü bölümünde kendini tanıtarak, onlara şu şekilde nasihat ve öğüt verdi:
"Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, Hürrmetimi gözetmemeniz size câiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkes-ten önce Allah'a iman eden ve Peygamber'in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar, benim amcam değil midir? Peygamber'in, benim ve kardeşim hak-kındaki: "Bu ikisi, cennet gençlerinin efendileri-dir." sözünü duymamış mısınız?
Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah'a

andolsun ki, Allah Teâla'nın, yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim.
Eğer beni yalanlarsanız, şimdi müslümanların arasında Peygamber'in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız, size söylerler. Cabir ibn-i Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl ibn-i Sa'd-i Saidi, Zeyd ibn-i Erkam ve Enes ibn-i Malik'ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah'ın benim ve kardeşimin (Hasan'ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?"
Bu arada Şimr ibn-i Zil Cevşen bağırarak dedi ki: "0 kalbiyle değil de, diliyle Allah a ibadet ediyor, ne söylediğini bilmiyor." Habib ibn-i Mezahir, Imam'ın (a.s) ordusunun adına ona şöyle cevap verdi:
"Hayır, Allah'a diliyle ibadet eden ve tarn bir sapıklık içerisinde olan sensin. Evet, ben çok iyi biliyorum ki sen, mevlam Hüseyin'in (a.s) buyurmuş olduğu şeyden korkmuyorsun. Çünkü Allah, pâk olmayan kalbini müHürrlemiş, taş gibi yapmıştır."

Imam Hüseyin (a.s), sözlerine şöyle devam etti: "Ben ve kardeşim hakkında Peygamber'in buyurduğu bu sözde şüpheniz varsa, benim Peygamberinizin kızının oğlu olduğumdan da mı şüphe ediyorsunuz? Allah'a andolsun ki, doğu ve batı arasında (bütün dünyada), sizin ve dışınızdakiler arasında da Resulullah'ın benden başka torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal ya da (sizde açtığım) bir yara karşılığında mı, beni cezalandırmak istiyorsunuz?"
İmam Hüseyin'in (a.s) sözü bu noktaya varınca, Kufe ordusu tarn bir sessizlik içerisinde idi ve onlardan hiçbir tepki ve cevap müşahede edilmiyordu. Sonra Imam (a.s) kendisini davet eden ve Ömer-i Sa'd ordusu içerisinde olan ünlü kişilerden birkaçına hitaben şöyle buyurdu:
"Ey Şebes ibn-i Rib'i, ey Haccar ibn-i Ebcer, ey Kays ibn-i Eş'as ve ey Yezid ibn-i Haris! "Meyvalarımız yetişmiş, çevremiz (bağ ve bahçelerimiz) yeşermiştir ve senin emrinde olacak donanmış bir ordu da hazırdır" diye mektup yazan siz değil miydiniz?! Söz ve ahdinizi unuttunuz mu?"
Onlar, "Biz böyle bir şey yazmadık" diye İmam'ın sözlerini inkar ettiler. İmam (a.s), "Hayır!

Vallahi siz böyle yazdınız." dedi. Bu arada Kays ibn-i Eş'as, yüksek bir sesle: "Biz ne dediğini bilmiyoruz. Niçin amcan oğlu Yezid'e biat etmiyorsun? Biat ettiğin takdirde, sana karşı istediğin ğibi davranılacak ve sana en ufak bir zarar bile gelmeyecektir." dedi. İmam Hüseyin (a.s), ona cevaben buyurdu ki:
"Ey Kays! Sen, Haşimoğulları'mn senden Müslüm'ün kanından başka bir kan mi istemelerinden korkuyorsun? Hayir, Allah'a and- olsun ki, ben onlara zillet elini vermeyeceğim ve köleler gibi de, onlarin önünden kaçmayacağım. Rabbimiz olan Allah'a sığınırım."
Kufe ordusu Imam'in sözlerine mızrak ve ok atarak cevap verdiler. Daha sonra Imam (a.s) bineğinden inerek, bineğin yularını Akabet ibn-i Sem'an'a verdi ve geriye döndü.
Küfür ordusundan olan Abdullah ibn-i Havze-i Temimi ileri çıkıp, Jmam'ın ashabına hitaben yüksek bir sesle "Huseyin sizin aranizda mi?" diye sordu. İmam'ın (a.s) ashabindan birisi "Evet, Hüseyin buradadir. Ne istiyorsun?" diye cevap verdi. Abdullah ibn-i Havze Imam'a hitaben şöyle dedi: "Ey Hüseyin! Seni cehennemle miijdeliyorum!"

İmam Hüseyin (a.s) "Yalan söyledin; çünkü ben bağışlayıcı, kerim, itaat edilen ve şefaat kabul eden Allah'a doğru ğidiyorum; sen kimsin?" buyurdu. Abdullah "Ben Havze'nin oğluyum" dedi. Bunun iizerine Imam (a.s) ellerini kaldırarak şöyle dua etti: "AUah'im, onu cehenneme sok."
Abdullah ibn-i Havze, Imam'in bu duasina öfkelenerek atını Imam'a doğru mahmuzladı. Atın ayağının bir taşa takılması sonucu, Abudullah ibn-i Havze yere yıkıldı ve ayağı eyerin üzengisine takıldı. At, ürkerek onu arkasında sürükledi ve çöldeki taşlara çarparak, bedenini parçalanmış ve yarı canlı bir halde ateş yakılmış olan bir çukura attı.
Ömer ibn-i Sa'd'in piyade birliklerinin komutam o-lan Mesruk ibn-i Vali-i Hazremi bu manzarayi görün-ce, geri dönerek kendi askerlerine ulaştı ve dedi ki: "Hayir; Allah'a andolsun, ben hiçbir zaman Resulul-lah'm Ehl-i Beyti'yle savaşmayacağım. Çünkü, onla-rın Allah katinda yiice makamlan ve değerleri var."
Daha sonra Zuheyr ibn-i Kayn Imam'in yanina gelerek Kufelilerle konuşmak için izin istedi. imam Zuheyr'e izin verdi. Zuheyr, Ömer ibn-i Sa'd'in ordusunun karşısında durarak yiiksek sesle şöyle dedi:

"Ey Kufe halkı! Sizi Allah'm azabindan sakindinyorum; müslümanın müslüman karde-şine nasihat etmesi gerekir ve bu ana kadar bizler din kardeşiyken ve aramıza kılıç girme-mişken bu bağı kesmeyelim. Ancak aramıza kılıç girdiğinde, biz bir iimmet ve siz de başka bir iimmet olacaksınız.
Bilin ki, Allah-u Teâla nasıl davranacağımızı göstermek için biz ve sizi Resulullah'm Ehl-i Beyt'iyle imtihan ediyor. Yezid ve Ubeydullah ibn-i Ziyad gibi azginlara itaat etmekten sakm-manizi ve Resulullah'm (s.a.a) evlatlarma yar-dim etmenizi istiyorum. Aksi takdirde, çok geç-meden gözlerinizi yuvalarından çıkaracak, el ve ayaklarınızı bağlayacak ve bedenlerinizi hur-ma ağaçlarına asacaklardır."
Ömer ibn-i Sa'd'ın ordusu ona çirkin sözler söyleyerek, Hz. Hüseyin ve yarenlerini öldürmedikçe veya Ibn-i Ziyad'a teslim etmedikçe bu savaştan vazgeçmeyeceklerini ifade ettiler. Zuheyr dedi ki:
"Vallahi Fatima'nin (s.a) evlatlan, Siimey-ye'nin çocuklarından dostluğa daha layıktırlar. Onlara yardim etmiyorsaniz, bari savaştan uzak durun."

Bu sırada Şimr, Zuheyr'e doğru bir ok atarak dedi ki: "Sus, Allah sesini kessin. Boş laflarmla bizi yordun." Zuheyr cevap olarak Şimr'e hitaben şöyle dedi:
"Ey Şimr! Ben seninle konuşmuyorum; çünkü sen, insan değilsin. Senin, Kur'an'dan doğru dürüst, hatta bir ayet bile bildiğini sanmıyorum. Kıyamette seni rezillik ve cehennem ateşiyle mujdeliyorum."
Şimr ise "Çok ğeçmeden Allah seni ve imamini öldürecektir." diyerek öfkeyle cevap verdi. Zuheyr de "Beni ölümle mi korkutuyorsun? Allah'a andolsun ki, Hüseyin'in yanında ölmek benim için sizinle ebedi yaşamaktan daha iyidir." diyerek Şimr'in sözlerine karşılık verdi. Daha sonra tekrar orduya hitap ederek dedi ki:
"Ey Allah'm kullari! Dikkatli olun; bu alçak adam sizi dinden çıkarmasın. Vallahi Muhammed'in (s.a.a) şefaati, evlatlarını ve yar-dimcilarim kılıçtan geçirip, öldürenlere ulaş-mayacaktır."
Bu arada, Imam Hüseyin'in (a.s) ashabından birisi, Zuheyr'e şöyle dedi: "Ey Zuheyr! Sen, Firavun-oğulları'nın mü'mini ğibi onlara nasihat ettin. Allah seni mükâfatlandırsın."
Sonra âbid ve zahid bir kişi olan, meşhur Kur'an kârilerinden sayılan ve kavmi arasında yüce bir

makama sahip olan Bureyr ibn-i Huzayr, Kufelilere nasihat etmek için Imam Hüseyin'den (a.s) izin istedi. Imam izin verince, Bureyr savaş meydanına giderek şöyle dedi:
"Allah, halkı diniyle müjdelemek, hidayet ederek kendisine davet etmek ve insanlarm yolunu aydmlatan yanan bir ışık olması için Muhammed'i (s.a.a) peygamber olarak gönderdi. Bunlar, peygamberin evlatlarıdırlar; hangi hakla suyun yolunu onlara kapadmiz."
Kufeliler cevap olarak "Ey Bureyr! Bitir sözünü. Vallahi Hüseyin, hiç kimsenin susuz kalmadigi bir şekilde susuz kalacaktir." dediler. Bureyr ise sözle-rine şöyle devam etti:
"Ey insanlar! Muhammed'in mesajimn izleri sizin aranızdadır ve bunlar, Peygamber'in Ehl-i Beyt'idirler; o halde onlara nasıl davranacağı-nıza bakın."
Kufeliler, "Hüseyin Ubeydullah ibn-i Ziyad'm emrine teslim olsun, sonra nereye isterse gitsin." dediklerinde, Bureyr onlara şöyle dedi:
"Vay halinize ey Kufeliler! Jmamim Hüseyin'e gönderdiğiniz mektuplarda, can vermeye hazır olduğunuzu yazdığınızı unuttunuz mu? Şimdi Hüseyin ve ashabı davetinize olumlu cevap vererek, sizlere

yardıma koştu. Onları Ibn-i Ziyad'a mi teslim edeceksiniz? Resulullah'm evlatlarına böyle mi davranıyorsunuz? Ne kadar alçak insanlarsınız sizler?! Allah Teâla kıyamette sizleri susuz bıraksın."
Bu sirada Kufelilerden birisi "Ey Bureyr! Neden bahsettigini bilmiyoruz." diyerek Bureyr'i sustur-maya çalıştı, ama Bureyr sözlerine şöyle devam etti:
"Gerçek yüzünüzü bana gösterip, sizleri daha iyi tammami sağlayan ve beni aydınlatan Allah'a şükür ediyorum. Allah'im! Ben bu kavmin yaptiklarmdan uzağım ve sana sığınıyorum. Allah'im! Bu insanlara, yaptıklarıyla senin karşında hazır olduklarında, baş aşağı oluncaya kadar sürekli bela ver ve gazap et."
Bureyr'in sözleri buraya ulaşınca, Kufeliler onu oklarma hedef ettiler ve Bureyr kendi safina geri döndü. Daha sonra Imam Hüseyin (a.s), atını ileri sürerek Kufelilerin karşısında durdu ve elindeki Kur'an'ı başının üzerine koyarak şöyle buyurdu:
"Ey Insanlar! Bizimle sizin aramzda Allah'm kitabi ve ceddim Resulullah'm siinneti hakem olsun. Bilmiyor musunuz ki, üzerimdeki gömlek, elimdeki bu kılıç ve

kalkan Resulullah'a aittir."
Kufeliler, Imam Hüseyin'in (a.s) sözlerini doğrula-dıklarında, İmam "Ey Kufe halkı! Öyleyse sizi benim-le savaşa sürükleyen şey nedir?" diye buyurdu. Kufe-liler "Emir Ubeydullah ibn-i Ziyad'a itaat etmektir." diye karşılık verdiklerinde, Imam (a.s) şöyle buyurdu:
"Böyle bir kişiye biat eden ve kılıçlarını bize çeken, Allah'ın düşmanlarının dostları olan, aramzda ne bir adaleti uygulayacak ve ne de kendilerine yeni bir ümit bağlayabileceğiniz kim-selere destek olan siz gibilerinin elleri kesilsin. Zalimlerin kihcinin sizlere hükmettiği ve zalim-lerin zulumlerinin yeryüzünü kuşattığı bir du-rumda, Resulullah'm Ehl-i Beyt'inden yüz çevirdiniz. Yazıklar olsun size; Allah'm kitabını unuttunuz ve buyruklarmi tahrif ettiniz.
Sizler, şeytanın izleyicisi olan günahkârlar grubunu izlemektesiniz. Resulullah'm (s.a.a) sünnetlerini söndürmektesiniz. Peygamber'in Ehl-i Beyt'i olan bizleri bıraktınız ve bize uyma-dınız. Vallahi ahdinden dönmek, sizin eskiden beri siiregelen adetinizdir. Yaşantınızın temeli bunun iizerine kurulmuştur. Doğrusu ahdinden dönmek, sizin benliğinizde kök salmıştır. Ve onun

meyvesi bize acı ve gasıplara ise tatlıdır.
Bilin ki, şu reziloğlu rezil (Ibn-i Ziyad), beni savaşla zillet arası iki yolda bırakmıştır ve biz zillete boyun eğmeyiz. Çünkü Allah-u Teâla, Resul'ü, mü'minler, temiz kimseler ve zamanın izzetli kimseleri, bu alçaklığı ve zilleti bizim için hoş görmezler. Bizim, zamanın zalimlerinin itaatini, yiğitlerin katligâhına tercih etmemizi kabul etmezler. Şimdi ben, Ehl-i Beytim ve sayıları az olan dostlarımla, Allah yolunda kıyam etmiş ve şehadeti canımla satınalmışım.
Ey insanlar! Allah'a andolsun, bundan sonra süvarinin bineğe binerek, meydanda gezdiği süre miktarınca dünyada kalırsınız. Bu sözü babam, ceddim Resulullah'tan bana nakletmiştir.
Şimdi ey Hürr, kendi işinize bakın ve topla-narak işi bitirin. Ancak bilin ki, Hüseyin'in ümi-di ancak yüce Allah'adır. Çünkü hayatı, Allah'ın kudreti elinde olmayan kimse yoktur. Doğrusu benim Allah'ım sırat-ı müstakim üzeredir."
Sonra Imam Hüseyin (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) büyük sahabilerinden olan Fervet ibn-i Mesik-i Muradi'nin şu şiirlerini okudu:

"Ey millet! biz sizi yenersek, bu bizim şanımızdır.
Ve eğer yenilirsek bilin ki yenilmiş değiliz.
Eğer öldürürsek zafer bizimdir.
Ve eğer öldürülürsek yine zafer bizimdir.
Biz korkak insanlar değiliz.
Biz dünyanın cesurlarının efendileriyiz.
Öldürülürsek şehadet ve fedakârlık günümüz gelmiştir.
Doğrusu ölüm, pençelerini bir halkın üzerinden çekip, diğerlerinin üzerine doğru uzatır.
Geçmişler geçip gittikleri gibi, bugün de bizim ve dostlarımızın geçip gideceğimiz gündür.
Dünyanın efendileri diri kalsalardı, biz de mülk ve melekutun efendileri olduğumuz için diri kalırdık.
Ve eğer dünyanın yiğitlerinin yolları ebedi hayata vardıysa,
Yiğitlik hükmüyle ebedilik yolu, herkesten önce bize açıktır."
Daha sonra Imam (a.s) dua için ellerini kaldırarak şöyle buyurdu:
"Allah'ım; bu kavme bir damla yağmur yağdırma ve asrın zalimlerini onlara hakim kıl ve Sakafi gencini onlara musallat et ki, dönemin zillet ve ölüm şarabını onlara içirsin. Doğrusu onlar yalan konuşmuş, ahitlerini

bozmuşlardır. Ve Sen, iyice biliyorsun ki biz, Sana tevekkül etmişiz ve şüphesiz dönüşümüz Sanadır."
Sonra Imam Hüseyin (a.s), Ömer ibn-i Sad'a hita-ben buyurdu ki:
"Ey Ömer! Gerçekten beni öldürmekle Rey ve Gorgan'm emiri mi olacağını sanıyorsun? Alla-h'a andolsun ki, bu makama ulaşamayacaksın ve bir yarar elde edemeyeceksin, bu kesin bir vaaddır. Şimdi elinden geleni yap. Şüphesiz benden sonra yüzün gülmeyecek. Kufe çocuk-larının, senin başınla oynadiklarmi ve onu taşla-rına hedef aldıklarını görür gibiyim."
Ömer ibn-i Sa'd, Imam'in bu sozlerini duyunca, öfkeyle ordusuna geri döndü. Ömer ibn-i Sa'd'ın yaninda olan ve imam'in sozlerini duyan Hürr ibn-i Yezid-i Riyahi, Ömer ibn-i Sa'd'a dedi ki: "Ey Sa'd'in oglu! Gercekten sen Hüseyin He savaşmak mi istiyorsun?"
Ömer Sa'd "Evet; vallahi bu savasm en küçük sonucu da, baş ve elleri kesmektir." dediğinde, "Acaba Hüseyin'in senin hakkında dediği şeyler üzerinde iyice düşündün mü?" diyen Hürr'e ise Ömer Sa'd şöyle cevap verdi: "Evet; şüphesiz iş benim elimde olsaydı kabul ederdim, ancak emirin İbn-i Ziyad savaşa ısrar ediyor ve bu hususta

benim hiç bir yetkim yoktur."
Hürr, Ömer Sa'd'ın ordusundaki diğer askerlere bakıverdi ve yanında Kurrat ibn-i Kays'ın olduğunu gördü. Ona sordu ki: "Ey Kurrat! Atma su verdin mi?" Kurrat "Hayir, ey Hiirr." dedi. Hiirr "Onu sulamak istemiyor musun?" dediğinde, Hürr'ün konuşmaları Kurrat'ı kuşkulandırdı ve Hürr'ün kendi-sini savaştan uzaklaştırmak istediğini, ama kimsenin bunu farketmesini istemediğini sandı.
Hürr, atını Imam Hüseyin'in (a.s) ashabına doğru sürdü. Bu arada Muhacir ibn-i Avs onu görünce şöyle feryat etti: "Ey Hürr! İmam Hüseyin'in ordusuna mı saldırmak istiyorsun?" Hürr'ün bütün vücudunu titreme sardı ve rengi kaçtı. Hürr'ün bu durumunu görünce, Muhacir "Mallahi, bana Kufe'nin en cesur yiğidi kimdir diye soracak olsalardı, senden başka kimseyi ğöstermezdim. Bu halin nedir?" dedi. Hürr ise cevabında şöyle dedi:
"Ey Muhacir! Ben, kendimi cennetle cehen-nem arasında görüyorum ve ben bu ikisinden birini seçmek zorundayım. Vallahi kesilsem ve öldürülsem bile, cennetten başka bir şeyi seçmeyeceğim."
Daha sonra Hürr, Imam Hüseyin'in (a.s) ashabına doğru ilerleyerek, Imam Hüseyin'in ve

ashabının yüzüne bakmaktan utanır bir halde başını önüne eğmiş, kendi kendine şöyle diyordu:
"Allah'ım, sana yöneliyor, yaptıklarımdan tövbe ediyorum. Tövbemi kabul buyur. Doğrusu ben senin velilerinin ve dostlarimn kalbini incittim; Peygamber'inin evlatlarim avare ettim."
Sonra Hz. Hüseyin'e hitaben: "Ya Eba Abdillah! Ben yaptıklarımdan pişmanım. Tövbem kabul olur mu?" dedi. İmam Hüseyin (a.s) "Evet, Allah tövbeni kabul eder ve ğünahlarını bağışlar." dediğinde, Hürr şöyle dedi:
"Sizinle savaşmak için Kufe'den dışarı çık-tığımda, bir ses duymuştum; biri bana seslene-rek dedi ki: "Ey Hürrl Seni cennetle müjdeliyo-rum." Kendi kendime düşündüm ve dedim ki: "Yazıklar olsun Hürr'e! Resulullah'ın evladıyla savaşmaya gittiğinde cennetle müjdeleniyor."
İmam Hüseyin (a.s) ise "Doğrusu, iyilik sana yönelmiştir. Allah sana hayırlı mükâfat versin." buyurdu. Daha sonra Hürr, İmam'dan Kufelilere konuşmak amacıyla savaş alanına gitmek için izin istedi. İmam (a.s), Hürr'e izin verdi. Hürr meydana çıkarak gür bir sesle şöyle dedi:
"Ey Kufe halkı! Anneniz size matem tutsun.

Resulullah'ın evladını davet ettiniz ve canlarmizi onun yolunda feda edeceğinizi söylediniz. Ve şimdi size gelmişken onu aranıza almış, ona kılıç çekmişsiniz ve esirler gibi özgürlüğünü elinden alarak, suyun yolunu ona kapamışsınız?! Pey-gamber'inizin evlatlarına böyle mi davramyor-sunuz; ne kadar da kötü bir halksınız sizler! Susadigmizda Allah size su vermesin."
Bu sırada Ömer Sa'd'ın piyade birliklerinden bir grubu Hürr'ün üzerine yürüdüler. Hürr geri dönerek İmam Hüseyin'in (a.s) yanında yer aldı. Çünkü İmam Hüseyin, ashabını savaşı başlatmaktan sakındırıyordu.
Bir süre geçtikten sonra, Şimr ibn-i Zil Cevşen öne atılarak şöyle dedi: "Kızkardeşimin çocukları nere-deler? (Kardeşim Ümmül Benin'in çocukları olan Ebulfez-il) Abbas ve kardeşleri neredeler?"
Onlar, Şimr'e cevap vermekten sakındılar. İmam (a.s), "Kafir bile olsa ona cevap verin" dedi. Onlar da "Ne istiyorsun, ey Şimr?" dediler. Şimr "Ey kızkardeşimin çocukları, size eman aldim. Kendinizi helakete atmayin ve emirimiz Yezid'in emrine teslim olun." dediğinde, İmam Hüseyin'in kardeşi Ebulfezl-il Abbas dedi ki:
"Allah'm laneti sana ve aldığın emana

olsun. Resulullah'ın evladı emanda olmadığı halde, bize eman mi veriyorsun?! Bizden, lanetlenmiş kim-selerin emrine mi teslim olmamızı istiyorsun?! Amellerin ne kadar kötü, senin ise ne kadar alçak bir düşüncen var ey Şimr!"
Ömer ibn-i Sa'd yayina bir ok takti ve Imam Huseyin'in (a.s) ordusuna doğru ilerleyerek, ilk oku atıp şöyle dedi: "Şahid olun ki, Hüseyin ve ashabina ilk oku atari benim; emir Ubeydullah'in yaninda buna tamklikyapin."
Küfür ordusu komutanimn bu hareketinden sonra her taraftan Imam Hüseyin ve ashabi üzerine oklar yağmur gibi yağmaya başladı ve ashaptan ok isabet etmeyen kimse kalmadi.
Bu arada imam (a.s) "Ey yarenlerim! Kalkin. Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın. Kaderimizde olan şehadete doğru yürüyün. Doğrusu bu oklar, Kufe halkmin elçileridirler." diye buyurdu.
Imam'in (a.s) ashabi, küfür ordusuna karşılık vermek için saldırıya geçti. Böylece savaş başladı ve bir sure devam etti. Bu saldırı sona erip, ortahk yatışarak toz toprak çöktüğünde, Imam'in (a.s) ashabindan 50 kişi şehid olmuştu.
Gürültü yatıştıktan sonra Ziyad ibn-i Ebi Süfyan'ın kölesi Yesar ve Ubeydullah ibn-i Ziyad'ın

kölesi Salim, meydana çıkarak Habib ibn-i Mezahir ve Bureyr ibn-i Huzayr'i savaşa davet ettiler. Bu sırada cesur, yiğit, uzun boylu ve güçlü bir şahıs olan Abdullah ibn-i Umeyr-i Kelbi onlarla savaşmak için Imam'dan izin istedi. Ebu Abdullah-il Hüseyin (a.s) ona izin vererek buyurdular ki: "Ben onu (Abdullah ibn-i Umeyr'i) tecrübeli bir savaşçı biliyorum."
Abdullah, atıyla savaş meydanına geldiğinde, Salim ve Yesar onun kim olduğunu sormaları üzerine, Abdullah recez okuyarak kendisini tanıttı. Onlar "Biz sen/ tanımıyoruz. Zuheyr, Bureyr veya Habib meyda-na çıksın." dediler.
Abdullah, Yesar'a hitaben, "Benimle savaşmaktan mı çekiniyorsunuz" diyerek kılıçla ona saldırdı. Salim Abdullah'm Yesar'la savaşmakta olduğunu görünce, arkadan ona saldırdı. Abdullah'm dostları, arkanı gözetle diye bağırdılar. Salim kihcini indirdi. Abdul-lah bu darbeyi sol eliyle karşılayınca parmaklarını kaybetti. Abdullah, Yesar ile Salim'i cehenneme gonderdikten sonra Imam'in yanina döndü. Imam (a.s)'in yanina yaklaştığında eşi çadırlardan dışarı çıkarak dedi ki:
"Anam, babam sana feda olsun ey Abdullah. Savaş meydanına dön, kendini Resulullah'ın (s.a.a) yakınlarına ve

evlatlarına feda et. Allah'a andolsun, birlikte şehid oluncaya kadar seni yalniz bırakmayacağım."
Eşinin bu sözlerine şaşıran Abdullah "Biraz önce beni savaştan alikoymak istiyordun. Ne oldu ki, şimdi kendin de meydana gitmek istiyorsun." dedi. Abdullah'm eşi ise 'Beni kınama. Şimdi İmam'dan duyduğum bir söz kalbimi yaktı." dedi. "imam'dan ne duydun?" diyen Abdullah'a, eşi dedi ki: "Biraz önce çadırların arasında durmuştum. Birden Imam'in şöyle buyurduğunu duydum: "Benim dostlarim ne kadar da az."
Sonra Abdullah, Imam Hüseyin'e yönelerek şöyle dedi: "Ya Eba Abdillah, ey mevlamiz!" dedi, "Emr-edin eşim çadırlara ğeri dönsün." İmam (a.s) da "Allah, Resulullah'ın evlatlarının yardımına koşan sizleri hayırla mükâfatlandırsın. Ey Ümm-ü Veheb! Çadırına dön; Allah-u Teâla kadınlardan cihadı kaldırmıştır." dedi.
Ömer ibn-i Halid-i Seydavi kölesi Sa'd'le, Cabir b. Haris ve Mucami b. Abdullah Aizi birden yerlerinden fırlayarak, topluca Kufelilere saldırdılar ve Ömer ibn-i Sa'd'ın ordusunun ön saflarını yararak ordunun kalbi-ne doğru ilerleyip, onlardan bir çoğunu öldürdüler.
Ömer Sad'ın ordusundan bir grup onları

ablukaya aldılar ve Imam'in diğer ashabından ayırdılar. Imam (a.s), kardeşi Abbas'a onlara yardim etmesini emretti. Ebulfezl Abbas bir arslan gibi küfür ordusuna saldırdı ve yaralanan dostlarim kurtardi. Imam'in (a.s) bu fedaileri, bir kez daha cesurca saldırarak şeytan ordusundan onlarcasim cehenneme gönderdiler ve nihayet şehid oldular. Bu esnada Imam Hüseyin (a.s) eliyle mübarek sakalmi tutarak şöyle buyurdular:
"Allah'a andolsun ki, kanıma boyandığım halde Rabbime kavuşuncaya kadar ben onlarin isteklerine teslim olmayacağım."
Daha sonra Imam Kufelilere hitaben şöyle buyurdu:
"Acaba aranızda feryadımıza yetişip, bize yardimda bulunacak bir kimse yok mudur? Acaba Resulullah'm haremini (Ehl-i Beyt'ini) savunacak birisi yok mudur?"
Bunun iizerine Ehl-i Beyt kadinlarimn ağlama sesleri yükseldi. Ömer Sa'd'ın ordusu arasında bir kargaşalık başgösterdi. Imam'ın yardım istediğini duyan ve Kufe ordusundan olan Sa'd ibn-i Haris-i Ensari kardeşiyle birlikte pişman olup küfür ordusuna saldırarak şeytan izleyicilerinin bir çoklarını kanlarına boyadıktan sonra kendileri de şehid oldular.

Böylece İmam'ın ashabı gittikçe azalmaya ve şe-hidlerin sayısı çoğalmaya başladı. Daha sonra savaş, ferd ferd olarak sürdü ve Imam Huseyin'in ashabın-dan her biri Kufelilerden bir çoğunu cehenneme gönderdi.
Ömer Sa'd'ın ordusundan olan Amr ibn-i Haccac yüksek bir sesle Kufelilere, "Ey Kufeliler! Kimlerle savaştığmızı biliyor musunuz? Bunlar, karşılarına çıkan herkesi öldüren savaşçılardır. Bunları taş yağ-muruna tutun ve işlerini bitirin" diye hitap etti ve hemen peşinden, komutası altındaki askerlerle İmam Huseyin'in ordusunun sağ koluna saldırdı. Imam'ın (a.s) ashabı, dağ gibi onların karşısında direniş gös-terip, onlardan kalabalık bir grubu öldürdüler.
Komutanları geri çekilme emri verdiler. Imam Huseyin'in (a.s) ashabı, onları ok yağmuruna tuttu. Bu esnada Amr ibn-i Haccac, Abdullah-i Beceli'yle birlikte tekrar saldırıya geçti. Havaya yükselen toz toprak yatışınca Imam Huseyin'in (a.s) ashabı, Muslim ibn-i Avsece'nin yere düştüğünü gördüler.
Muslim ibn-i Avsece, dönemin en cesur yiğitlerindendi. Imam Huseyin'in elçisi Muslim ibn-i Akil Kufe'ye geldiğinde 0, mal ve para toplayip teçhizat almada ve halktan bi'at toplamada onun vekiliydi. Ve yine Tasua günü akşam, Imam Hüseyin (a.s) "Ben bi'atımı sizin üzerinizden

kaldırdım; kalkın ğidin." buyurunca, Muslim ibn-i Avsece Imam'a şöyle demişti:
"Ey Resulullah'ın torunu! Seni birakarak nasil gidebiliriz? Bu durumda Allah'a ne cevap veririz? Hayır, vallahi mızrağımı düşmanların göğsünde kırıncaya kadar, ben sizden ayrılmam ve elimde kılıç olduğu müddetçe düşmanlara saldırırım. Silahım olmazsa onlara karşı taşla savaşırım.
Allah'a andolsun, biz Peygamber'in hürmetini gözettiğimizi yakîn edinceye kadar sana yardım etmekten vazgeçmeyeceğiz. Allah'a andolsun, ben senin yolunda yetmiş kere öldürülür, sonra dirilir, tekrar öldürülerek yakılırsam ve külümü yele savururlarsa yine sizden ayrılmam. Oysa şimdi, sadece bir kere şehid olacakken sizi nasıl bırakabilirim ve ondan sonra ebedî keramet ve saadete nasıl ulaşabilirim?"
Bu özelliğe sahip olan Muslim ibn-i Avsece şimdi kanlara boyanmıştı. Imam Hüseyin (a.s) ve Habib ibn-i Mezahir onun baş ucuna geldiler. İmam onun hakkında dua ederken, Habib ibn-i Mezahir de şöyle diyordu: "Seni bu halde ğörmek bana zor ğeliyor, ama sen/ cennetle müjdeliyorum." Muslim de hayatının son anlarında zayıf bir sesle, "Allah Teâla sen/ de iyi bir müjdeyle

müjdelesin." dedi.
Habib "Ey Muslim! Senden sonra sağ kalacak olsaydım bana vasiyet etmeni ve dileğini yerine ğetirmeyi isterdim. Ancak biliyorum ki böyle bir fırsat yoktur ve yakında ben de sana kavuşacağım." dediğinde, Muslim son sözünü şöyle dile getirdi: "Ey Habib! Tek vasiyetim şudur ki, kesinlikle Imam Hüseyin'e yardım etmekten vazğeçme ve hayatta olduğun sürece ona yardım et."
Bu sözlerden sonra Muslim gözlerini kapayarak canını Allah'a teslim etti. Bunun üzerine İmam şu ayeti okudu:
"Mü'minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah Me yaptıkları ahde sadakat gösterdiler, onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi de beklemektedir. On-lar, hiç bir değişme Me (sözlerini) değiştirmediler."
(Ahzab/23)
Ömer ibn-i Sa'd'ın askerleri, "Muslim ibn-i Avsece'yi öldürdük" diye haykırıyorlardı. Ansızın Şebes ibn-i Rib'i şöyle seslendi:
"Ey insanlar! Ananız sizin yasınızı tutsun. Muslim gibi birisi öldürülür de siz sevinir misiniz? Yazıklar olsun size! Müslümanlar ara-sında onun ne kadar büyük bir makamı olduğunu bilmiyor musunuz? Allah'a

andolsun, savaşlarda müşrikler onun kılıcının önünden kaçarlardı ve tek başına öyle bir yiğitlik gösterirdi ki, bütün orduyu hayrete düşürürdü."
Yine Ömer Sa'd'ın ordusu, ilkönce İmam Hüse-yin'in (a.s) ordusunun sağ koluna saldırdı. Bu saldırıyı defederken, Abdullah ibn-i Umeyr-i Kelbi şaşılacak bir direniş gösterdi ve tek başına onların içine dalarak bir çoklarını kılıçtan geçirdi. Sonra Hani ibn-i Semit-i Hazremi adındaki düşman askeri, kılıçla Abdullah'ın sağ kolunu ve bir diğeri de onun ayağını kesti.
Böylece Abdullah ibn-i Umeyr esir düştü, esir düşer düşmez düşmanlar onu, ordunun gözü önünde mızrak ve kılıçlarla bedenini paramparça ederek şehid ettiler. Çadırlarda bulunan eşi Ümm-ü Veheb katlı-gâha gitti ve kocasının cansız bedeninin yanına otu-rup, yüzünün kanını silerek dedi ki: "Ey Abdullah! Cennet sana mübarek olsun. Allah'tan bana da seninle birlikte cennette yer vermesini istiyorum."
Bu sahneyi gören Şimr, kölesine bu kadını öldür-mesini emretti. Köle de Şimr'in emrini yerine getirerek bu fedakâr ve mü'min kadını şehit etti; böylece Ümm-ü Veheb, Aşura günü şehid düşen ilk kadın oldu.

Daha sonra Şimr'in kölesi, Abdullah'ın başını gövdesinden ayırarak, onu Imam Hüseyin'in (a.s) çadırlarına doğru fırlattı. Abdullah'ın annesi, oğlunun başını alıp öptükten sonra eline uzun bir sopa alarak düşmana saldırdı. Ama Imam Hüseyin (a.s), onu geri çevirme-lerini emretti ve ona şöyle buyurdu: "Geri dön. Allah ğünahlarını affetsin. Cihad kadınlardan kaldırılmıştır."
Şimr tekrar hücum etti. Zuheyr ibn-i Kayn, dost-larından on kişiyle birlikte ona karşı koyarak, Şimr'in ordusunu geri püskürttü. Süvari birliklerin komutanı olan Kudret ibn-i Kays, askerlerinin bozguna uğradı-ğını görünce, Ömer ibn-i Sa'd'dan yardım istedi. Ömer ibn-i Sa'd, bir birlik daha yardım gönderdi.
İmam Hüseyin'in (a.s) ashabı, yiğitçe savaşarak küfür ordularmi cehenneme gonderiyorlardi. Allah dostları omuz omuza vererek Imam ve Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ini yüzük taşı gibi aralarma alıp, canlarını onlara feda ediyor, küfür ordularıyla Allah'ın dininin önderleri arasında, uzun bir çelik duvar oluşturuyor-lardı. Ömer ibn-i Sa'd, bu çelik engeli dağıtmak isti-yordu; ancak askerleri bunu başaramıyorlardı.
Ömer ibn-i Sa'd ansızın Imam Hüseyin'in çadır-larını yakmalarını emretti. Çadırlar ateş alınca kadın ve çocuklar korkarak çadırlardan dışarı

çıktılar. Bu arada Ebu Şe'sa-i Kindi, Imam'ın huzurunda Kufe-lileri oklarıyla cehenneme gönderiyordu. Imam onun hakkında şöyle dua etti: "Allah'ım; onun pazusunu ğüçlü kıl, oklarını hedefine ulaştır ve cennetle mü-kâfatlandır." Ebu Şe'sa, Ömer ibn-i Sa'd'ın askerle-rinden bir çoğunu öldürkükten sonra şehadete ulaştı.
Öğle güneşi gökyüzünde parlayıp, yakıcı ışınlarını Kerbela çölüne yansıtmaktaydı. Ebu Semame-i Saidi güneşe baktıktan sonra, Imam Hüseyin'e hitaben arzetti ki:
"Ey Eba Abdillah! Canım size feda olsun. Bu ordunun sana ve seninle savaşmaya yaklaşmış bulunduklarını görüyorum. Allah'a andolsun, ben kanıma boyanıp sizin emrinizde ölmedikçe, siz ölmeyeceksiniz. Şimdi son bir kez öğlen namazını sizinle birlikte kılmak istiyorum."
İmam Hüseyin gökyüzüne bakarak buyurdu ki:
"Bize namazı hatırlattın; Allah seni zikir ehli olan namaz kılanlardan kılsın. Evet, şimdi öğle namazının ilk ve fazilet vaktidir. Düşmandan namaz kılmamız için savaşı durdurmalarını isteyin."
Kufe ordusuna geçici olarak ateşkes teklif edildi-ğinde, batıl ordusunun ileri gelenlerinden

biri olan Husayn ibn-i Numeyr şöyle dedi: "Sizin namazimz kabul değildir." Habib ibn-i Mezahir-i Esedi ona cevaben şöyle dedi: "Ey Numeyr'in oglu! Ey cahil! Resulullah'm evlatlarmin namazlarmin kabul olmayip da senin namazmin mi kabul olacağını sanıyorsun?!"
Husayn ibn-i Numeyr Habib'e hiicum etti. Habib ileri çıkıp kılıçla onun başını yaralayarak attan yere düşürdü. Ancak arkadaşları onun yardimma koşup, onu kurtardilar. Habib tekrar saldirarak onlardan bir çok kişiyi cehenneme gönderdi. Bu arada Budeyl ibn-i Sarim, ona saldirarak Habib'i yaraladi. Habib atından yere düştü. Kalkmak istediğinde Husayn ibn-i Numeyr hücum ederek mübarek başını gövdesinden ayırdı.
Yaşlı Habib'in şehid düşmesi, Hz. Hüseyin'i (a.s) çok üzdü. İmam, Habib'in baş ucuna gelerek buyurdu ki: "Ben bu şehadetin hesabmı Allah'a bırakıyorum." dedi ve sonra "İnna lillah ve inna ileyhi raciun" (Biz Allah'tanız ve şüphesiz O'na dönücüleriz) ayetini okudu.
Hürr ibn-i Yezid-i Riyahi, Zuheyr ibn-i Kayn'le omuz omuza vererek Ömer ibn-i Sa'dın ordusuna hücum ettiler. Düşman onların birini çevrelediğinde, diğeri muhasara halkasını parçalıyor arkadaşını düşmanın elinden kurtarıyordu. Bu arada Hürr recez okuyarak şöyle

diyordu:
"Doğrusu ben Hürr'üm.
Sizleri kılıçtan geçiririm.
Bu toprakta inen en üstün kimseye yardım ederim.
Sizleri öldürürüm ve bu yolda asla şüphe etmem."
Savaş bir müddet devam ettikten sonra, düşmanlar Hürr'ün atını hedef aldılar ve at aldığı darbeler sonucu öldü. Atını elden veren Hürr, daha sonra piyade olarak savaşa devam etti. Düşman askerlerinin kırktan fazlasını öldürdükten sonra, düşmanın piyade birliklerinden bir grubunun saldırması sonucu, ayakta duramayarak yere düştü. Bu sırada Imam'ın (a.s) dostlarından bir kaçı onlara saldırarak, can vermek üzere olan Hürr'rün bedenini savaş meydanının ortasından çadırlara doğru getirip, şehidlerin bulun-duğu çadırın önüne bıraktılar.
İmam Hüseyin (a.s) can vermekte olan Hürr'ün yanına gelerek başını dizleri üstüne aldı ve yüzündeki kanla toprakları temizleyerek şöyle buyurdu: "Ey Hürr! Anne'nin adını Hürr koyduğu ğibi, ğerçekten sen hem bu dünyada ve hem de ahirette Hürsün."
Daha sonra AM ibn-i Hüseyin onun hakkında şu

şiirleri okudu:
"Hürr-ü Riyahi ne de iyidir!
Mizraklarla çarpıştığında ne de sabırlıdır!
Hürr ne iyidir; Hüseyin çağrıda bulunduğunda,
0 zaman canıyla ne de fedakârlık edendir.
Ey Rabbim! Onu cennete misafir kıl.
Ve onu güzel hurilerle evlendir."
İmam (a.s), namaza durarak ashabıyla öğle nama-zını kılmaya başladı. Zuheyr ibn-i Kayn ve Said ibn-i Abdullah-i Hanefi, okların Jmam'a (a.s) isabet etmemesi için, Imam'ın önünde durarak göğüslerini siper ettiler ve Imam (a.s) namazı bitirince, Said aldığı ağır yaralar yüzünden yere yıkıldı ve şöyle dedi:
"Allah'ım! Âd ve Semud kavmini lanetlediğin gibi ahdini bozan bu insanları da lanetle ve onlara azabını gönder. Allah'ım benim selamımı Peygamber'ine ulaştır."
Daha sonra Jmam'a (a.s) bakarak dedi ki: "Ey Resulullah'ın (s.a.a) torunu sana karşı vazifemi yapıp ğörevimi yerine ğetirdim mi?" İmam Hüseyin (a.s) de cevabında şöyle buyurdu:
"Evet, ey Said; sen cennete gidiyorsun ve bir saat sonra biz de senin yanında olacağız. Benim selamimi ceddim Resulullah'a ulastir."

Daha sonra Imam Hüseyin (a.s) yarenlerine hitaben şöyle buyurdu:
"Ey benim dostlarim! Cennet sizin karşınız-dadır ve onun kapıları sizin yüzünüze açık, nehirleri akmakta olup, meyveleri yetişmiştir. Resulullah ve Allah yolunun şehidleri, sizi beklemekte ve sizin geleceğinizi birbirlerine müjdelemekteler. Öyleyse Allah ve Resulünün dinini himaye edin. Resulullah'm Ehl-i Beyt'ini müdafaa edin. Allah sizleri affetsin."
Daha Imam'in sözleri bitmemişti ki Yezid ibn-i Ma'kel, düşman ordusunun saflarmdan ileri çıkarak, Imam Hüseyin'in (a.s) ashabindan olan Bureyr ibn-i Huzayr'e hitaben şöyle dedi: "Ey Bureyr! Allahin size yaptıklarını nasıl değerlendiriyorsun?"
Bureyr: "Allah'a andolsun ki, O'ndan iyilikten başka bir şey ğörmedim. Beni hayır ve iyilige yöneltti; seni ise mahçup ve esir etti."
İbn-i Ma'kel: "Yalan söylüyorsun, ey Bureyr! Benî Levzan'dan birlikte hareket ettiğimizde, mü'minlerin emirinin Hz. AH olduğunu söylediğini hatırlıyor musun?"
Bureyr: "Evet, öyle söyledim ve şimdi de o sözlerimi tekrarlıyor ve senin sapıklardan

olduğuna şehadet ediyorum. Şimdi gel mübahele edelim ve Allah'ın lanetini yalancıların üzerine kılalım."
Daha sonra Yezid ibn-i Ma'kel'le Bureyr ibn-i Huzeyr ellerini kaldırarak Allah'tan yalancıyı lanet ve helak etmesini istediler. Sonra savaşmaya başladılar. Çok geçmeden Bureyr'in kılıcı, Yezid'in başına inerek orada kaldı. Bureyr kılıcını Yezid'in başından çıkarmaya çalıştığı esnada, Rıza ibn-i Munkiz-i Abdi adında biri, ona hücum etti.
Bureyr bir müddet savaştıktan sonra, onu yere vurarak göğsünün üstünde oturdu. Rıza ibn-i Munkiz akrabalarını yardıma çağırdı. Ka'b ibn-i Cabir ibn-i Ömer, Bureyr'i öldürmek istediğinde, Afif ibn-i Zuheyr ibn-i Ebi Ahmed ona seslenerek dedi ki: "Yazıklar olsun sana! Kimi öldürmek istediğini biliyor musun? 0, Kufe mescidinin kârilerinin büyü-ğü Bureyr ibn-i Huzeyr'dir. Onu kendi haline bırak."
Ama Ka'b onun sözlerini önemsemedi ve Bureyr'in arkasına bir kılıç indirdi ve ikinci darbeyi Bureyr'in başına indirerek onu şehid etti. Sonraları Ka'b eşiyle karşılaştığında, eşi onu kınayarak dedi ki:
"Yazıklar olsun sana! Resulullah'ın evladına kılıç çekiyor ve Kufe kârilerinin

büyüğünü mü öldürüyorsun?! Allah'a andolsun, bundan böyle seninle
konuşmayacağım. Çünkü sen, büyük bir cinayet işlemiş bulunmaktasın."
İmam Hüseyin'in (a.s) ashabmdan olan Hanzele ibn-i Es'ad-i Şibami, düşman ordusuna nasihat etmek için Imam'dan izin istedi ve konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
"Ey insanlar! Ben, Ahzab günü gibi azaph bir günün ve Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin başına gelenlerin, sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum; birbirinizi
kınayacağınız ve o zaman artik Allah'm sizi affetmeyeceği günden korkuyorum. Bilin ki, Allah'm saptırdığı kimse-yi, hiç kimse hidayet edemez. Ey insanlar! Hüseyin'i (a.s) bırakın ve onu öldürmeyin, aksi durumda Allah sizi büyük bir azaba düçar edecektir."
Imam Hüseyin (a.s) Hanzele'nin sözlerini duyunca, ona hayır dua ederek şöyle buyurdu:
"Allah sana rahmet etsin ey Hanzele. Onlar savaştan önce senin hak davetini reddederek kalkip sana ve yarenlerine cevap verdiklerinde azabı hakkettiler. Ama şimdi salih kardeşlerini öldürdüler; artık onların hallerinin nasıl olacağı bellidir."

Daha sonra Hanzele "Ey Resulullah'm evladi! Doğru buyurdunuz; camm size feda olsun." diyerek meydana gitti ve şehid oluncaya kadar şavaştı.
Abis ibn-i Ebi Şebib-i Şakiri, Şia'nın meşhur alim ve muhaddislerinden olan Şevzeb'e yaklaşarak "Ey Şevzeb! Bu ğün ne düşünüyorsun?" dediğinde, Şevzeb şöyle dedi: "Ne düşünmemi bekliyorsun. Öldürülünceye kadar Resulullah'm (s.a.a) evladının emrinde savaşacağım."
Şevzeb'in bu yolda kararlı olduğunu gören Abis, Şevzeb'e dedi ki: "Ben de senin hakkında böyle düşünüyorum. 0 halde şimdi İmam'ın huzuruna ğiderek izin iste ve savaşa ğit." Şevzeb de İmam'ın (a.s) huzuruna giderek izin aldıktan sonra meydana gitti ve şehid oluncaya kadar savaştı.
Daha sonra Abis, kendisi şavaşa gitmek için hazırlanmağa başladı. Abis'in savaşı, hedef uğruna yapılan yiğitliğin, en büyük bir örneğidir. Kerbela şehidleri savaşa gitmek istediklerinde, Imam Hüseyin'in (a.s) huzuruna giderek izin istiyor, vedalaşıyor, iman ve yiğitlikten bahsediyorlardı. Abis de diğer Kerbela şehidleri gibi Imam'in huzuruna giderek meydana gitmek için izin istedi ve şöyle dedi:
"Ya Eba Abdillah! Benim yanımda, yeryü-zünde hiç kimse sizin kadar aziz ve sevgili

değildir. Canımdan daha aziz bir şeyim olsaydı, onunla sizi bu zulüm ve ölümden kurtarabil-seydim, onu feda etmekten çekinmezdim. Şahid ol ki, ben senin ve babanın dini üzere ölüyorum."
Yezid ordusunda olan Rabi ibn-i Temim diyor ki: "Abis'i görür görmez tanıdım. Onu öncelerden tanıyordum. Savaşlarda onun yiğitliğini görmüştüm. Ondan daha cesur birini tanımıyordum. Dolayısıyla bağırarak dedim ki: Bu arslanlar arslanı Abis ibn-i Şebib-i Şakiri'dir. Onun karşısına çıkan herkes öldürülür."
Abis, ateş alevi gibi meydanda dönerek savaşmak için savaşçı istiyordu ama hiç kimsenin onun karşısına çıkmaya cesareti yoktu. Yezid ordusunun komutanı Ömer ibn-i Sa'd, bir grubun ona hücum ederek taş yağmuruna tutmasını emretti. Abis her taraftan üzerine taş yağdığını, kendisiyle erkekçe savaşacak-larına taş yağmuruna tuttuklarını görünce, üzerindeki zırhı ve başındaki başlığı çıkardı.
Böylece üzerinde elbisesi olmaksızın kendisini düşman orduları denizine atıverdi ve siyah bulutlar arkasındaki güneş ve karanlıklar içinde bir ateş gibi meydana yürüdü. Rabi ibn-i Temim diyor ki: "Allah'a andolsun ki Abis her taraftan hücum ediyordu ve iki yüzden fazla kişi onun karşısından

kaçıyor ve birbirlerinin üzerine yikiliyorlardi."
Abis böyle savaşıyordu. Nihayet Yezid ordusu onun dört tarafını kuşattı ve aldığı taş, mızrak ve kılıç yaralarıyla yere yıkıldı... Bir grup Abis'in başını ellerine almış dolaştırıyor ve her biri onu kendisinin öldürdüğünü iddia ediyordu. Böylece Abis de şehadet şerbetini içti.
Daha sonra Ebuzer-i Gaffari'nin kölesi Cevn, Imam Hüseyin'in (a.s) huzuruna çıkarak meydana gitmek için izin istedi. Imam ona buyurdu ki: "Ey Cevn! Sen afiyet ve asayiş umidiyle bizimie buraya kadar gel din; şimdi kendi yoluna gidebilirsin." Cevn Imam'in (a.s) ayaklarma kapanarak ayaklarını öpüp şöyle dedi:
"Ey benim imamim! Iyi giinlerimde sizin yanimzdaydim. Şimdi zor durumdayken sizi nasil birakabilirim. Ey benim mevlam! Ben kötü kokulu, hasebi düşük ve rengi siyah bir köleyim. Güzel kokulu, şerif hasebli ve beyaz renkli olmam için cennete girmeme müsaade edin. Allah'a andolsun ki, benim siyah kanim, siz Resulullah'm (a.s) Ehl-i Beyt'inin (a.s) pâk kanlarına karışıncaya kadar sizi birakmam."
Bunun üzerine Imam (a.s) Cevn'a izin verdi. Cevn meydana giderek bir kaç kişi öldürdükten sonra kendisi de şehid oldu. Imam (a.s) onun başucuna gelerek buyurdu ki:

"Allah'ım! Onun yüzünü ak et, kokusunu güzelleştir, onu salih kişilerle haşret ve onu Muhammed ve Ehl-i Beyt'iyle haşret."
Naklediyorlar ki: "Onun cesedinin yakınından geçen herkes, orada miskten daha giizel bir koku hissediyordu."
Daha sonra Resulullah'in (s.a.a) sahabesinden olup, Bedir ve Sıffin savaşlarına katılarak Resulullah (s.a.a) ve Hz. Ali'nin (a.s) emrinde kılıç sallamış olan yaşlı Enes ibn-i Haris, gözlerine dökülen kaşlarını bir mendille, emamesini de beline bağlayarak, Imam'in (a.s) huzuruna çıktı ve cihad için izin ahp meydana gitti ve Yezid ordusundan bir çok kişiyi öldürdükten sonra şehid oldu. imam (a.s) onu seyrederken, "Allah senin bu çabanı mükâfatlandırsın ey yaşlı adam." diye buyuruyordu.
Sira Amr ibn-i Ciinade-i Ensari'ye geldi. Babasi Cünade ibn-i Ka'b-i Ensari Aşura sabahı Imam Hüseyin'in (a.s) ashabindan bir grupla birlikte birinci saldırıda şehid olmuştu. Onbir yaşında olan bu çocuğun annesi ona diyordu ki: "Oğlum! Annenin yanından kalkarak savaş meydanına git ve Resulullah'in torununun ğözleri onunde savaş."
Amr ibn-i Cünade meydana gitmek istediginde, İmam Hüseyin (a.s) "Onun babasi yeni şehid oldu.

Bunun şehid olması annesine ağır ğelebilir. Onu çadırlara geri çevirin." dedi.
İmam Hüseyin'in (a.s) bu sözü karşısında, Amr ibn-i Cünade, "Annem-babam size feda olsun. Meydana gidip savaşmamı annem emretti. Savaş elbiselerini, o kendi elleriyle giydirdi bana. Ne olur bana izin verin." diye Imam'a yalvarmaya başladı. Bir hayli ısrardan sonra bu genç, Imam'dan izin alıp, şu recezleri okuyarak meydana gitti:
Jmamım Hüseyin, imamların en üstünüdür. Hüseyin, Peygamberin gönlünün sevincidir. Hüseyin, AM ve Fatima'nin oğludur. Böyle iyi bir imam taniyor musunuz?! Yüzü güneş gibi parlak, aim dolunay gibi nurludur.
Daha sonra düşmana hücum ederek, şehid oluncaya kadar savaştı. Acımasızca Amr'a saldıran düşmanlar, onun başını gövdesinden ayırarak, Imam Hüseyin'in ordugahimn önüne fırlattılar. Annesi öne çıkarak oğlunun başını alıp bağrına bastı ve şöyle dedi: "Ey oğlum, aferin sana, ey gönlümün mutluluğu, ey gözümün nuru!"
Daha sonra da "Biz, Allah yolunda verdiğimiz şeyi geri almayız" diyerek, oğlunun başını düşmana doğru attı. Sonra kendisi de yerden bir sopa alarak düşmana saldırdı ve şöyle recez

okudu:
"Ben kadınlar arasında zayıf bir kadinim. Size şiddetli bir darbe indireceğim. Şerefli Fatıma'nın evlatlarını savunma uğrunda."
Imam Hüseyin (a.s) kadinlarm meydana gitmesine razı olmadığı için, onu çadırlara geri çevirdi.
Sonra Haccac ibn-i Mahzur-i Cu'fi meydana gitti. Bir müddet savaşıp yüzü kızıl kanlara boyandiktan sonra Imam'in (a.s) huzuruna çıkarak şöyle dedi: "Ey Hüseyin! Bugün dedeniz Resulullah'la mülakat edeceğim, sonra Peygamber'in vasisi olarak bildiği-miz babanız Ali'yi göreceğim."
Imam Haccac'a cevap olarak buyurdu ki: "Ey Haccac! Ben de senin peşinden onlann yanma geleceğim." Daha sonra Haccac meydana dönerek, şehid oluncaya kadar savaştı.
Ondan sonra Suveyd ibn-i Amr ibn-i Ebu-I Mut'a meydana gitti. Attan yere düştüğünde (bayıldı ve) Yezid ordusu onun öldüğünü sandı. Imam Hüseyin (a.s) şehid olduğunda, oradakilerin "Hüseyin şehid oldu" dediklerini duyunca da yerinden kalkip, şehid oluncaya kadar Yezid ordusuyla savaştı. Suveyd, Imam'in (a.s) şehadetinden sonra Kerbela'da şehid olan en son yarenleridir.

Artık Imam Hüseyin'in (a.s) ashabının hepsi şehid olmuş ve Ehl-i Beyt'inden başka, kimsesi kalmamıştı. Kendilerinden once Imam Hüseyin'in (a.s) Ehl-i Beyt'inin savaşmasına izin vermeyen ashabın şehade-tinden sonra sıra, şimdi onlara gelmişti. Ehl-i Beyt, Allah ve Resulünün dinini diri tutmak için, aşk ve sicakhk dolu bir azimle, ölüme doğru gitmeye hazırla-nıyorlardı. Imam Hüseyin'in (a.s) yakınları toplanarak birbirleriyle vedalaşıyorlardı.
Imam Hüseyin'in (a.s) Ehl-i Beyt'inden savaş meydanına giden ilk kişi, Peygamber'e (s.a.a) herkes-ten çok benzeyen büyük oğlu Ali Ekber'dir. Bu arada kadınlar onun etrafına toplanarak diyorlardi ki: "Ey Hüseyin'in oglu! Bizim ğurbetimize merhamet et; çünkü senden uzak kalmaya tahammül edemeyiz diyerek sitem ettiler." Ama Ali Ekber, babası İmam Hüseyin'den (a.s) izin alarak meydana gitti ve şöyle recez okudu:
"Ben Hüseyin ibn-i Ali'nin oğlu Ali'yim. Biz Peygamber'in en yakınları, Ehl-i Beyt'iyiz. Kılıcımla size saldırır ve babami savunurum; Haşimi ve Alevi yiğidinin darbesiyle. Vallahi o haramzade bize hiikmedemez."
Bu sirada Imam Hüseyin (a.s) sakahni tutarak başını gökyüzüne kaldırıp gözlerinden akan yaşlar

yüzünü ıslatırken şöyle diyordu:
"Allah'ım! Şahid ol ki, halk içinde Peygam-ber'in Muhammed'e en çok benzeyeni, bu kavmin üzerine gidiyor. Biz Peygamber'i gör-mek istediğimizde ona bakıyorduk. Allah'ım! Yeryüzünün nimetlerini bu kavimden al ve onları dağıtıver. Hiç bir zaman pâk kullarını onlardan razı etme; çünkü onlar, bizi davet ederek bize yardım edeceklerine dair söz verdik-leri halde, bize kılıç çektiler."
İmam Hüseyin (a.s) daha sonra Ömer ibn-i Sa'd'a şöyle hitap etti:
"Ey Sa'd'ın oğlu! Benimle Resulullah arasındaki bağı görmezlikten geldin. Allah senin neslini kurutsun. Allah Adem, Nuh, Ibrahim ve Âl-i Imran'ı seçerek onları diğer insanlara üstün kıldı. Ve biz o seçilmiş insanların soyundaniz."
AM Ekber düşman ordusuyla savaşa koyuldu. Onlardan bir çoğunu öldürdükten sonra, susuzluktan muztarip bir halde babasının yanına dönerek, susuz-luğunu dile getirdi. Imam ise şu sözleriyle, susuz oğlunu tekrar meydana gönderdi: "Yakında deden Resulullah'ı görecek ve onun elinden su içeceksin ve ondan sonra da asla susamayacaksın."

AM Ekber tekrar meydana giderek düşman ordu-suyla savaşa devam etti. Bir ok ansızın boğazına isa-bet etti ve Murret ibn-i Munkiz-i Abdi mizrakla AM Ekber'in başına vurdu, sonra da başına bir kılıç dar-besi indirdi. Bunun etkisi üzerine Ömer ibn-i Sa'd'ın askerleri kılıçlarıyla AM Ekber'in vücudunu param parça ettiler. Imam Hüseyin (a.s) oğlunun baş ucuna gelerek başını dizlerinin üstüne aldı ve şöyle buyurdu:
"Allah, seni öldüren bu zalim kavmi öldürsün. Allah ve Resulullah'ın Hürrmetini ortadan kaldirmaya ne kadar da ciir'et ettiler. Artik senden sonra dünyaya yazıklar olsun."
Daha sonra Imam (a.s), avucunu oğlunun kanıyla doldurarak onu gökyüzüne savurdu ve o kanin bir damlasi bile yere düşmedi. Imam (a.s) oğlunun cesedini şehitlerin bulunduğu çadırın önüne getirme-lerini emretti. Daha sonra Ehl-i Beyt kadınları, AM Ekber'in cesedinin etrafına toplanarak, bedeninin kan-lar içinde ve parça parça olduğunu görünce, feryad ederek ağlamaya başladılar. Düşmanın kılıç ve mız-raklarının izleri, vücudunun her yerinde görülmek-teydi. Haşimî kadınlarının önünde Zeynep vardı. Ağlamak onu rahatlatmıyordu. Kendisini AM Ekber'in pâk cesedinin üzerine atarak, kardeşinin ciğer paresini

bağrına basıp feryad ediyordu.
Daha sonra Muslim ibn-i Akil'in oğlu Abdullah, Imam Hüseyin'in (a.s) huzuruna çıkarak izin alıp, meydana çıktı ve şöyle recez okudu: "Bugün babam Müslim'le görüşeceğim, Peygamber'in (s.a.a) dini uğrunda
öldürülenlerle görüşeceğim."
Abdullah ibn-i Muslim, küfür ordusuna üç kere hücum etti ve her defasında onlardan bir çoğunu cehenneme gönderdi. Nihayet Yezid ibn-i Rukkad-i Cuhani'nin attığı okun alnına isabet etmesi sonucun-da, Abdullah yaralandı ve feryad ederek şöyle dedi: "Allah'ım, bu kavim bize ihanet etti; bizi öldür-dükleri ğibi, sen de onları öldür." Bu esnada birisi mızrağım Abdullah'ın kalbine saplayarak onu şehid etti. Abdullah'ın şehid edildiğini gören Ebu Talib'in çocukları, topluca Kufelilere hücum ettiler. Imam Hüseyin (a.s) onlara hitaben buyurdu ki:
"Ey amcazadeler, ey Ehl-i Beyt'im! Ölüme karşı sabırlı olun; Allah'a andolsun ki, artık bugünden sonra asla hakaret ve ihanete uğramayacaksınız."
Daha sonra (Hz. Zeyneb'in çocukları) Avn ibn-i Abdullah ibn-i Cafer-i Teyyar, sonra da kardeşi Muhammed şehit düştü. Daha sonra Abdurrahman

ibn-i Akil ve kardeşi Cafer ibn-i Akil ve Muhammed ibn-i Muslim ibn-i Akil şehid oldu.
Onlardan sonra Muhammed ibn-i Ebu Bekr ibn-i Emir-ul Mü'minin meydana çıktı ve Bekr-i Nehavi onu şehid etti. Ondan sonra Abdullah ibn-i Akil, Yezid ordusunun içine dalarak onlardan bir çoğunu öldürdü ve kendisi de yaralanarak yere düştü; Osman ibn-i Halid-i Temimi gelerek onu şehid etti.
Onun peşinden Rembe adındaki Ümm-ü Veheb'in oğlu, Abdullah-i Asğar, Ebu Bekr ibn-i Hasan ibn-i AM, Ömer ibn-i Sa'd'in ordusuna saldirarak, onlardan bir grubunu öldürdükten sonra şehadete ulaştı.
Sonra çocuk yaşta olan (on üç yaşında) Kasım ibn-i Hasan, Imam'in (a.s) yanina gelerek meydana gitmek için izin istedi. Imam onu bağrına basarak kardeşi Hasan'ı hatırlayıp ağladı ve sonra ona izin verdi. Ka-sim'm yüzü dolunay gibi parlıyordu. Kasım kihcini çekerek küfür ordusuna hücum etti ve onlardan birka-çını cehenneme gonderdikten sonra, Amr b. Sa'd ibn-i Nufeyl-i Ezudi başına bir kılıç darbesi indirdi. Kasım başı yarılınca amcası Hüseyin'i yardıma çağırdı.
Bu durumu izleyen Imam Hüseyin (a.s),

Kasım'ın yardımına koşarak, Kasım'ın kâtilini cehenneme gönderdi. Ömer ibn-i Sa'd'ın ordusu, Amr'i kurtar-mak istedilerse de, ancak karşılarında Imam Hüseyin'i (a.s) bulunca Imam'in kihcinin önünden kaçtılar. Sonra Imam Hüseyin (a.s), Kasim'm baş ucunda durarak şöyle buyurdu:
"Seni öldüren kavim, Allah'm rahmetinden uzak olsun. Kıyamet gününde senin hakkinda onların hasmı, ceddin Resulullah ve baban Emir-ul Mii'minin'dir. Allah'a andolsun ki, sen amcani yardıma çağırdığında, sana cevap vere-memesi veya cevabimn bir faydasi olmamasi amcana çok çetindir. Vallahi bu ses öyle bir kimsenin sesi ki, zuliimle öldürenleri çok, yardımcıları ise azdir."
Daha sonra Imam (a.s), yeğeninin vücudunu çadır-lara getirerek oğlu Ali Ekber'in yanına uzattı.
Abbas ibn-i Ali, Ehl-i Beyt'ten bir çoklarının şehid düştüğünü görünce, kardeşlerine yönelerek şöyle dedi: "Ey annemin oğullan! Toplanın ve kafirler topluluğuna saldırın ki, Allah sizden razı olsun." Bunun üzerine, Ebulfezl-il Abbas'ın kardeşleri Abdullah, Cafer ve Osman, Imam Hüseyin'in (a.s) huzurunda Ömer ibn-i Sa'd'ın ordularına hücum ederek, şehid oluncaya kadar onlarla savaştılar.

Kardeşlerinin şehid düştüğünü gören Abbas, kendisinden başka Imam Hüseyin'in kimsesinin kalmadığını gördü, Imam'dan meydana gitmek için izin istedi. Imam Hüseyin kardeşi Abbas'a buyurdu ki: "Ey kardeşim! Sen benim sancaktarımsın."
Hz. Abbas "Allah'a andolsun ki, kalbim daralmış durumdadır. Azizlerimizin kanının intikamını, bu münafık insanlardan almak istiyorum." dediğinde, İmam Hüseyin kardeşine "0 halde haremdeki susuz yavrucaklar için biraz su ğetirmeye çalış." dedi.
Hz. Abbas, küfür ordusunun karşısında durarak onlara nasihat etti ve çocukların susuzluğunu hatırlatarak onlardan biraz su vermelerini istedi. Ancak Abbas'ın sözleri, o ölü kalplere etki etmeyince Imam'ın yanına geri döndü ve çocukların susuzluktan feryat ettiklerini duydu. Bir tulum alarak atına bindi ve Fırat'a doğru hareket etti.
Fırat kıyısında dört bin kişi Hz. Abbas'ı (s.a) çevreleyerek onu mızraklarına hedef aldılar. Imam Hüseyin'in (a.s) ordusunun komutanı ve Imam'ın büyük kardeşi, düşman ordusunun çokluğundan bir zerre korkmadı ve onların safını yararak suya ulaştı. Ilk önce tulumu suyla doldurdu. Daha sonra avcuna su alıp, içmek için ağzına yaklaştırdığında,

kardeşi Imam Hüseyin'in (a.s) susuzluğunu hatırlayarak elindeki suyu tekrar Fırat'a döktü ve kendi kendisine şöyle dedi:
"Ey nefis! Hüseyin'den (a.s) sonra hayatta olup olmaman farketmez.
Hüseyin şehadete doğru giderken, sen ırmağın soğuk suyunu mu içmek istersin?
Allah'a andolsun ki, bu dinimin müsaade etmediği bir şeydir."
Daha sonra su tulumunu alarak atını çadırlara doğru sürdü. Yezid orduları Abbas'ın yolunu kestiler. Hz. Abbas, kılıç sallayarak onlarla savaştığı ve bir çoğunu cehenneme gönderdiği halde, şöyle recez okumaktaydı:
"Ölümden korkmam ben, ölüm sesi duyduğumda,
Kılıçlar arasında bedenim kaybolsa bile.
Feda olsun canım Mustafa'nın pâk torununa.
Çadırlara su tulumu götüren Abbas benim.
Karşılaştığımda, savaşmaktan da hiç korkum yok."
Bu esnada Zeyd ibn-i Verka el Cuheni saklandığı yerden çıkarak, Hekim ibn-i Tufeyl'le birlikte Abbas ibn-i Ali'nin sag kolunu bedeninden ayırdılar. Abbas ibn-i Ali kılıcı sol eline alarak şöyle recez okudu:

"Vallahi sağ kolumu da kesseniz, Ben yine dinimi savunacağım. Jmamım ve sadık olan önderimi, Pâk ve emin olan Peygamber'imin torununu hima-ye edeceğim."
Hekim ibn-i Tufeyl, tekrar hiicum ederek bir kılıç darbesiyle Abbas ibn-i Ali'nin sol kolunu da bedenin-den ayırdı. Bunun üzerine Abbas sancağı göğsüne çekti. Küfür ordusu onu kuşatarak ok yağmuruna tuttular. Bu esnada bir ok su tulumuna isabet etti, ikinci ok göğsüne ve üçüncüsü de gözüne isabet etti. Sonra da zalimlerden birisi, çadır direğiyle Imam Hüseyin'in yiğit kardeşine hücum ederek, başını yardı. Bu sırada Abbas ibn-i Ali şöyle seslendi:
"Benden sana selam olsun ya Eba Abdillah!"
İmam Hüseyin (a.s) kardeşinin sesini işittiğinde, başucuna gelerek Haşimîlerin yiğitlik örneği, iman direği, şerefle izzetinin kalbi ve sancaktarını o halde görünce "Şimdi belim kırıldı" diye buyurdu.
Daha sonra kılıcını çekerek o adam kılığındaki domuz sıfatlılara hücum etti. Küfür ordusu, Imam Hüseyin'in kılıcının karşısından kaçıyorlardı. Imam (a.s) da feryad ederek şöyle buyuruyordu: "Nereye kaçıyorsunuz ey kalleşler. Siz benim belimi kırdınız." Daha sonra Imam kardeşinin başucunda

durarak onun başını dizlerine aldı. Böylece Abbas ibn-i AM de, şehadet şerbetini içerek Rabb'ine kavuştu.
Imam Hüseyin (a.s) kardeşinin şehadetinden sonra çadırlara döndü. Bu olay Imam'a öyle ağır geldi beli büküldü. Imam'ın gözünden yaşlar akıyordu. Sakine, babası Imam Hüseyin'i karşılayarak amcası Abbas'a ne olduğunu sordu. İmam, Hz. Abbas'ın şehid düştüğünü Sakine'ye anlattı. Hz. Zeynep bunu duyunca "May kardeşim" diye feryat etti.
İmam Hüseyin (a.s) nereye yönelse, bir başka acıyla karşılaşıyordu; bir yanda kanlara bulanmış dostları, bir yanda kadmlarm ve çocukların feryat ve figanlarını görüyordu. Artık İmam'ın ashabından ve Ehl-i Beyt'inden savaşabilecek kimse kalmamıştı. Bu esnada imam (a.s) "Ey kavim, sizin aranızda Resulullah'ın Ehl-i Beyt'ini savunacak birisi yok mu?" diye buyurdu.
İmam Hüseyin'in (a.s) sözlerini işiten kadmlarm feryatları daha da bir yükseliverdi. İmam Seccad'ın (a.s) asasına yaslanıp, eliyle kılıcını sürükleyerek savaşa gitmek için dışarı çıktığını gören İmam Hüseyin (a.s), Ümm-ü Kulsüm'e hitaben şöyle dedi:
"Onun savaşa gitmesine engel olun; önünü

alarak onu koruyun ki, yeryüzü Resulullah'ın evlatlarmdan (ve hüccetten) boş kalmasm."
Daha sonra Imam, vedalaşmak için haremdeki kadınların susmalarim istedi. Imam, Resulullah'm kılıç ve kalkanim kuşandıktan sonra, vedalaşmak için süt içen yavrucağını getirmelerini istedi. Hz. Zeynep, Ali Asğar'ı kardeşine verdi. Imam bebeği kucağına alarak yüzünü öptü. Daha sonra düşmanların karşısına geçip, susuzluktan çırpınıp duran yavrusunu elleriyle havaya kaldırdı ve düşmandan ona su vermelerini istedi. Ansızın Hermele, okla bebeğin boğazını hedef aldı. Imam avucunu bebeğin boğazından akan kanla doldu-rup, gökyüzüne serperek şöyle buyurdu:
"Üzüntülere tahammül etmemizi
kolaylaştı-ran, Allah'ın bu halimizi görmesidir. Allah'ım! Bu musibet, ruhun bedenden ayrılmasından kolay değil. Allah'ım! Biliyorum ki, zaferden daha iyisini bize nasib ettin ve zalimlerden bizim intikamımızı alacaksın ve bizim bu kavimden çektiklerimizi ahiretimiz için biriktireceksin."
Bu esnada İmam, kendisine "Ey Hüseyin! Bebeği bırak, cennette iyi eğiticiler var onun için" diye hitap edildiğini duydu. Imam (a.s) bebeğin cesedini Hz. Zeyneb'in çadırına götürdü. Çünkü annesinin, bebeğinin öldürüldüğünü görmeye

tahammül edemeyece-ğini biliyordu. Hz. Zeynep, Ali Asğar'ın boğazında bir ok olduğunu görünce, İmam'a hitaben dedi ki: "Ey kardeşim! Onu benim ğözümün önünden uzak-laştır. Onun ölüsünü ğörmeye tahammül edemem."
İmam, Ali Asğar için bir mezar kazarak boğazın-daki okla birlikte onu toprağa gömdü. Çünkü biraz sonra küfür ordusunun, kendisiyle dostlarının pâk bedenlerini atların ayakları altına alarak, çiğneye-ceklerini biliyordu.
Imam Hüseyin (a.s) bir arslan gibi meydana çıktı; Muhammed ve Ali'nin kanı, Fatıma ve Hasan'ın kanı, Hamza ve Cafer-i Tayyar'ın kanı, peygamberlerin kanı, Musa ve Isa'nın kanı, Ibrahim ve İsmail'in kanı damarlarında kaynıyordu. Hz. Ibrahim'in Allah yolun-da dökmesi nasib olmayan kan, şimdi Resulullah'ın Ehl-i Beyt'i tarafından, Allah için dökülüyordu. Bundan dolayıdır ki, Imam Hüseyin'e "Allah'ın kanı" demişlerdir. Imam, küfür ordusunun sag tarafı-na hücum ederek şöyle buyurdu:
"Ben Hüseyin ibn-i Ali'yim. Sizin karşınızda baş eğmemeğe yemin etmişim. Doğrusu babamın Ehl-i Beyt'ini himaye eder, Ve Peygamber'in dini üzere ölürüm."
Abdullah ibn-i Ammar ibn-i Yahud diyor ki:

"Allah'a andolsun ki, Hüseyin gibi musibete uğrayan bir kimseyi görmedim. Evlatları ve yarenleri gözleri önünde öldürüldüğü halde, yiğitçe kılıç sallı-yor, meşhur kahramanlar, karşısından kaçıyor ve hiç kimse karşısına çıkmaya cür'et edemiyordu."
Bu arada Ömer ibn-i Sa'd şöyle bağırdı: "Bu, Arap kahramanlarını kılıcıyla yerlere seren Ali'nin oğlu-dur. Her taraftan onu çevirin."
Ömer ibn-i Sa'd'ın bu sözlerinden sonra Imam Hüseyin'e meydanın dört tarafından dört bin mızrak fırlatılıyordu. Öte tarafdan, onlardan bazıları ise risa-let ailesinin çadırlarına saldırmaya başladılar. Imam Hüseyin küfür ordusunun çadırlara hücum ettiklerini görünce şöyle feryat etti:
"Ey Ebu Süfyan ailesine uyanlar! Eğer dininiz yoksa, kıyamet gününden de korkmuyorsanız, hiç olmazsa dünyanızda Hürr kişiler olun. Eğer arap olduğunuzu iddia ediyorsanız, hasebinize dönün ve insanlık şerefinizi koruyun."
Şimr "Ne diyorsun ey Fatıma'nın oğlu?" dedi. İmam Hüseyin (a.s) "Ben sizinle, siz de benimle savaşıyorsunuz; bu kadınların hiç bir suçu yok. Ben hayatta olduğum sürece askerlerinizi Ehl-i

Beyt'ime saldırmaktan alıkoyun." diye buyurduğunda, Şimr: "Doğru söylüyorsun ey Hüseyin" diyerek askerlerine, kadınların bulunduğu çadırlara saldırmamalarını ve geri çekilmelerini emretti.
Bunun üzerine Yezid'in ordusu Hüseyin'e hücum ettiler ve savaş yeni bir boyut kazandı. Gücünü susuzluk nedeniyle, büyük ölçüde yitiren Imam (a.s) kılıç sallayarak Fırat'a doğru ilerledi. Dört bin kişiyle Fırat'ı kuşatan Amr ibn-i Haccac'ı yolundan uzaklaştırarak Fırat'a ulaştığı an adamın biri şöyle seslendi: "Nasıl su içme lezzetini alabilirsin; oysa çadırlarını yağmalamaktalar."
İmam Hüseyin (a.s) bir damla su içmeden Fırat'ı terkederek çadırlara yöneldi. Kılıç sallayarak o alçak insanları dağıttı ve bir kere daha Ehl-i Beyt'ini teskin ederek şöyle buyurdu:
"Zor ve gamlı günler için hazırlanın ve bilin ki, Allah-u Teâla sizin koruyucunuzdur; sizi yakın bir zamanda düşmanların şerrinden kurta-racak, akibetinizi hayır kılacak ve düşmanınızı çeşitli azaplara düçar edecektir. Bu zorluk ve musibetlere karşılık da size çeşitli nimet ve kera-metler bağışlayacaktır. Öyleyse şikayet etmeyin ve değerinizi düşürecek sözleri ağzınıza almayın."

Bu esnada Ömer ibn-i Sa'd ordusuna bağırarak şöyle seslendi: "Hüseyin'e hücum edin ve kendisiyle meşğulken onu öldürün. Allah'a andolsun ki, kendine gelirse onu kendinizden uzaklaştıramazsınız."
Bunun iizerine Yezid ordusu, ok ve mizraklarla Imam Hüseyin'e (a.s) saldırmaya başladılar; öyle ki sayısız oklar havada birbirine isabet ediyordu. Imam Hüseyin (a.s) hırçın bir arslan gibi onlara hücum ediyor, karşısına çıkanlar yere seriliyordu. Yezid ordusunun ok yağmuru ise üzerine yağıyordu. Imam Hüseyin (a.s) ara-sira cadirlardan duyulacak yiiksek bir sesle: "La hevla ve la kuvvete ilia billah-il aliyy-il azim" diyordu.
Düşman ordusundan "Ey Hüseyin! Bakıver şu Fırat'a. Vallahi susuzluktan o'lecek ve ondan tadamayacaksın." diyen birinin cevabında, Imam şöy-le buyurdu: "Allah'im! Onu susuzluktan öldür."
Nakledildiği üzere o adam sürekli su içtiği halde her zaman susuzdu ve nihayet asm miktarda su içmesi yüzünden cehenneme yuvarlandi.
0 sirada Ebu Hutufeş adindaki bir adamin attığı ok Imam'in almna isabet etti. Oku dışarı çıkarınca, bütün çehresini kan kapladığı halde şöyle buyurdu:
"Allah'ım, bu kavmin başıma neler

getirdiklerine sen şahid ol. Allah'ım onlari grup grup ortadan kaldır. Onlardan hiç birini yeryüzünde sağ bırakma. Allah'ım bağışını bu halktan uzak eyle."
Imam (a.s) daha sonra sözlerine şöyle devam etti:
"Ey günahkâr iimmet, Resulullah'm Ehl-i Beyt'ine karşı ne kadar da kötü bir davranışınız var. Allah'a andolsun ki, ben Allah'tan şehadet kerametini arzuluyorum. Ve bilmeyeceğiniz bir şekilde intikamımı sizden alacak olan da O'dur."
Bu arada düşman ordusundan "Ey Fatima'nm oglu! Allah senin intikamini bizden nasil alacak?" diyen Husayn ibn-i Malik-i Sekuni'ye, Imam (a.s) şöyle cevap verdi:
"Allah'm intikam almasi; sizleri birbirinizin canına düşürmesi ve iizerinize aci bir azabi indirmesiyle gerçekleşecektir."
Imam (a.s) dinlenmek için bir sure savaşı bırak-tığında, alnına bir taş isabet etti ve tekrar yüzünü kan kapladi. Imam gömleğinin bir köşesini kaldırarak yüzünün kanını silmek istediğinde üç şubeli bir ok Imam'in kalbine isabet etti. Bu esnada Imam, kurban kesilirken okunan şu duayı okudu:

"Bismillahi ve billahi ve ala milleti Resulillah" (Allah'm adıyla, Allah'ı anarak, Allah'm yolunda ve Resulullah'm dini iizere dünyadan ayrılıyorum.)
Sonra da başını gökyüzüne kaldırarak şöyle nida etti:
"Allah'im! Sen iyi biliyorsun; bunlar öyle bir kimseyi öldürüyorlar ki, yeryüzünde ondan başka peygamberin bir torunu yoktur."
Daha sonra oku arkadan çıkardı ve kan oluk gibi dişarı akmaya başladı. Imam Hüseyin (a.s) kaniyla eli-ni doldurup onu gökyüzüne serperek şöyle buyurdu:
"Allah'im! Ölümü bana kolay kil."
Ikinci kez avucunu kanla doldurup, onu yüzüne başına serperek şöyle buyurdu: "Allah ve Resuliiyle böyle ğörüşmek istiyorum."
Kanın akmasıyla Imam gücünü kaybetti. Bu esnada Malik ibn-i Bişr-i Kindi, Imam'a yaklaşarak ona çirkin sözler söyledikten sonra kılıcıyla İmam'ın başına vurdu. İmam'ın başından kan akmaya başladı.
Hâni ibn-i Sedid diyor ki:
"İmam Hüseyin (a.s) yere oturunca, Kufeliler'in onun etrafını çevirdiklerini gördüm. 0 sırada, küçük yaşlarda olan Abdullah ibn-i Hasan (a.s),

düşmanın İmam'ı aralarına aldıklarını görür görmez çadırlardan çıkıp, amcası İmam Hüseyin'e (a.s) doğru koştu. Bahr ibn-i Ka'b kılıcını İmam Hüseyin'e (a.s) indirmek üzereydi. İmam Hasan'ın (a.s) oğlu olan Abdullah, bu sahneyi gördüğünde şöyle feryad etti: "Ey kötü kadının oğlu, amcamı mı öldürüyorsun?"
Bahr öfkelenerek kılıcını Abdullah'a savurdu. Bu kılıç darbesiyle Abdullah'ın eli kesilerek pazusunda asılı kaldı. Bu küçük yavrucuk duyduğu şiddetli acı ve ağrı yüzünden Jmam'a yönelerek şöyle dedi: "Ey amca! İmdadıma yetiş, beni bu dert ve musibetten kurtar."
İmam ise "Ey yeğenim sabret; Allah Teâla sen/ pâk ve salih ceddin Resulullah'a, Ali'ye, Hamza'ya, Cafer'e ve baban Hasan'a kavuşturacaktır." diye buyurdu. Bu esnada Hermele bir ok atarak onu İmam Hüseyin'in kucağında olduğu halde öldürdü."
İmam Hüseyin (a.s) Küfür ordusu arasında katliga-hta öylece duruyordu. Herkes başkasının Hüseyin'i öldürmesini istiyordu; Hüseyin'i öldürmeye kimse yaklaşmıyordu. Aniden Şimr bağırarak, "Niye dur-muşsunuz, neyi
bekliyorsunuz? Hüseyin'in işini bitirin." dedi.
0 sırada Res ibn-i Şerif İmam'ın (a.s) sol

omuzuna bir darbe indirdi. Sonra bir ok Imam'in boğazına ve diğer biri de boynuna isabet etti. Senan ibn-i Enes Imam'in göğsüne ve Salih ibn-i Veheb ise yan tarafina vuruyordu. Bu siralarda İmam'ın atı, başı kanlı olduğu bir halde gidip çadırların önünde durdu.
Çadırdaki kadınlar baş ve dizlerine vurarak çadırdan dışarı çıkmaya başladılar. Ümm-ü Kulsüm diyordu ki: "Way halimize, Hüseyin meydanın orta-sında yığılmış duruyor." Hz. Zeynep ise ağlayarak "Ey kardeşim, senden sonra dünyada yaşamanın değeri yoktur. Keşki yerle ğök birbirine ğeçseydi." dedi.
Daha sonra Hz. Zeynep, Imam Hüseyin'e doğru gitti. İmam Hüseyin katligahın ortasında duruyordu. Zeynep, "Ey insanlar, sizin aranızda bir müslüman yok mu? Bakın Peyğamber'in ciğer paresinin başına neler ğetirdiler." diye haykırdı. Öte yandan da Ömer ibn-i Sa'd, "Ey Kufeliler! Hüseyin'in işini bitirin" diye bağırıyordu. Bunun üzerine Şimr, Imam'ın göğsü üzerine oturdu. ...Ve kısa bir sure sonra tekbirlerle Imam Hüseyin'in (a.s) başının düşman elinde dolaş-tırıldığını gördüler!...
Hz. Mehdi Sahib-ez Zaman'dan (a.f) nakledilen "Nahiye-i Mukaddese" adlı ziyaret-namede şöyle buyrulmaktadır:

"Onlar sana karşı savaşı başlattılar ve sen darbeler karşısında direndin, azgınların ordularını ezdin; Aliyy-ul Murtaza gibi Zülfikar'i çekip, harbin girdabina daldin. Onlar senin azmini sağlam ve seni korku ve tereddiitten uzak görünce, hile ve desise yoluna başvurdular, (mertçe değil) hile ve şer yoluyla seninle savaşmaya başladılar. Ve o mel'unun (Ömer ibn-i Sa'd'in) emriyle sana suyun yolunu kesip, kendilerine açık bıraktılar ve sonra savaşa girişip seni ok ve kılıçlara hedef aldilar. On-lar seni ve Ehl-i Beyt'ini tamamen yok etmeğe ça-lıştılar ve senin dostlarını öldürmek, kafileni dağıt-mak hususunda hiçbir ahid, kural ve kayda bağlı kalmadılar ve hiçbir cinayetten geri durmadilar.
Sen muharebenin çetinliklerinde, hep önde yer ahyor ve eziyetlere döğüs geriyordun. Öyle ki, gökteki melekler, senin sabrından şaşkına uğradılar. Düşman askerleri, her yandan seni hedef alarak, gövdeni yaralarla doldurdular ve yine de seni kendi haline bırakmadılar; senin ise hiçbir yardımcın kalmamıştı. Ama sen Allah yolunda direniyor, sabrederek aile ve evlatlarından müdafaa ediyordun.
Sonunda seni atından yere düşürdüler ve sen gövdendeki yaralarla yere yuvarlandın. Mübarek
vücudun, atların ayaklarıyla çiğnetildi. Ve azgınlar, kılçları ellerinde senin gövdenin üzerine çıktılar. Mübarek alnından ölüm teri akarken, ağrı ve elemden sağa-sola kıvranırken, kafilenle ailenin bulunduğu tarafa bakıyordun; çocukların ve ailenin karşılaşacağı zulmü düşünmek seni, kendini düşünmekten alıkoymuştu...
Selam olsun yardımcısız kalan mazluma. Selam olsun zulümle kanı akıtılana. Selam olsun yarala-rının kanıyla yıkanana. Selam olsun toz-toprağa bulanmış yanaklara. Selam olsun kana boyanan sakallara. Selam olsun susuz kalan dudaklara. Selam olsun gözler önünde başı kesilene. Selam olsun parçalanmış bedenlere. Selam olsun Kerbela'da yatana. Selam olsun gökyüzünün ağla-dığı Hüseyin'e.
Selam olsun sana, öyle bir kimseden taraf ki, kalbi senin musibetinle yaralanmış ve gözleri seni hatırladığında (devamlı) ağlamış. Öyle bir kimsenin selamı ki, eğer Kerbela'da olsaydı, canıyla keskin kılıçların karşısında seni korurdu, sana zulmeden-lerle cihad edip, zalimlere karşı sana yardımda bulunurdu, ruhunu, cismini, malını ve evladını senin uğruna feda ederdi.
(Ey Hüseyin!) Her ne kadar zaman beni geri

bıraktı, ilahî takdir de benim (senin zamamnda olup) sana yardımcı olmama engel oldu ve ben sana karşı savaşanlarla savaşamadım, düşmanlarına karşı düşmanlığımı
gösteremedim, ama (onun yerine) sabahlar ve akşamlar (her zaman) sana ğöz yaşı dökerim. (Eğer ğöz yaşım kurursa) ğöz yaşı yerine kan ağlarım; senîn musibetlerine olan şiddetli üzüntülerimden ölünceye kadar..."
"Ey Huzura kavuşmuş olan can! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olmuş bir şekilde Rabbine dön, kullarımın arasına katıl ve cennetime gir."